LGBTİ+ bireyler sağlık hizmetlerinde eşitlik mücadelesi veriyor: Cinsiyet kimliği sağlık hakkının önüne geçiyor

Sağlık hizmeti, her bireyin temel hakkı olarak tanımlansa da, Türkiye’de ve dünyada LGBTİ+ bireyler için bu hak çoğu zaman erişilmesi güç bir ayrıcalığa dönüşüyor. Cinsel yönelimleri veya cinsiyet kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa uğrayan LGBTİ+ bireyler, sağlık kurumlarında hem fiziksel hem de ruhsal açıdan güvende hissetmedikleri bir ortamla karşı karşıya kalıyor. Bu durum, doğru ve zamanında tedaviye erişimi zorlaştırırken, toplumsal önyargıların sağlık politikalarına da yansıdığını gözler önüne seriyor.

Cumhuriyet’e konuşan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi Dr. Ayşegül Ateş Tarla, LGBTİ+ bireylerin birçok dönemde ayrımcılık, damgalanma, sağlık hizmeti erişimindeki engeller gibi olumsuz etkilere maruz kaldıklarını berliterek “Ancak bu son dönemde bunun dozu artarak devam ediyor. LGBTİ+’lar diğer yurttaşlarla aslında aynı sağlık haklarına sahip, eşit haklara sahip. Ancak ne yazık ki ayrımcılık, damgalanma ve ötekileştirmeye çok maruz kaldıkları için bu haklarından yeteri kadar yararlanamıyorlar” dedi.

Özellikle son dönemde 2025 yılının ‘aile yılı’ ilan edilmesiyle birlikte LGBTİ+’ların bütün devlet politikalarında bir hedef haline getirildiklerini ifade eden Tarla, “Hedef haline getirilmeleriyle birlikte zaten sorunlar yaşadıkları sağlık haklarından daha da mahrum kalmış ve ötekileştirilmiş oldular” ifadelerini kullandı. Son dönemde cinsiyet uyum sürecinde kullanılan horman ilaçlarında sağlık hak ihlallerinin yapıldığını söyleyen Tarla, “Kullanılan hormonlardaki engeller ve baskılar aslında bilim dışı müdahaleler. Sağlık alanındaki cinsiyet uyum süreci geçiş alanındaki ilaç reçete edilmemesi, 20 yaş sınırı getirilmesi ve rapor düzenlemelerine engel getirilmesi ciddi sağlık hak ihlallerine neden oluyor. Bu kararların da hiçbir bilimsel ilkesi olduğunu düşünmüyorum” dedi.

‘KİŞİNİN BEDENİNE MÜDAHALE’

Bireylerdeki uyum süreçleri engellediğinde ciddi bir psikolojik travmaya neden olabileceğine değinen Tarla, “Bu psikolojik travma olurken aslında bir yandan da kişinin bedenine de müdahale etmiş oluyorsunuz. Bu da kişinin o beden müdahalesiyle birlikte birçok yarım kalan tedavisine ve psikolojik olarak depresyon, anksiyete, intihara eğilim kadar gidecek boyutlara varacak ciddi travmatik süreçleri yaşamasına da neden oluyor. Hem de toplumumuzdan dışlanmalarına neden olarak aslında toplum içerisindeki uyum süreçlerini de engelleyerek durumu daha sıkıntılı bir boyuta getiriyorsunuz” dedi.

Tarla ayrıca bütün hekimlerin bu ötekileştirmeyi kabul etmeyerek hizmet vermeleri gerektiğini vurguladı. Siyasi söylemlerin ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın söylemlerinin bu ötekileştirmeyi tetiklediğini belirten Tarla, “Mahalle baskısı toplumsal baskıyı arttırarak kişilerin sokakta herhangi bir yerde bir saldırıya maruz kalmalarını ya da dışlanmalarını doğal hale getirmiş oluyor. Onlara uygulanan şiddet meşrulaştırılmış oluyor” dedi.